Anadolu Speleoloji Grubu (Aspeg) ile karşılaşmadan önce “doğa sporlarını say” deseler aklıma ilk mağaracılık gelmezdi açıkçası. İz’den yapımcımız Azade “Alanya’da Yarık Düdeni adlı bir mağara keşfedildi. Belgeselini çekmeye ne dersin?” diye sorduğunda bu bilmediğim dünyayı keşfetmek için merakımdan düşünmeden evet dedim. İyi ki de evet demişim. Kanalca her şey ardında bir iz bırakır diyoruz ya; yaşadığım deneyim, edindiğim arkadaşlar, baş döndürücü doğa bende çok değerli ve derin bir iz bıraktı.
Anadolu Speleoloji (Mağara Bilimi) Grubu / Aspeg 2008 yılında kurulmuş. Çalışmalarını yalnızca sportif anlamda değil; yeni mağaraların keşfi, onların haritalanması ve ekosistem araştırmaları gibi bilimsel konularda da devam ettiriyorlar. Türkiye’de kalbi bilim ve araştırma için atan böyle insanların olduğunu yakın zamana kadar bilmiyor olmam açıkçası benim ayıbımdı; ta ki karşıma Aspeg’in kurucusu Ender Usüloğlu ve ekibi organize eden Orkun Kuntay Uzel çıkana kadar.
Tanışma toplantımızı İz Tv’nin ofisinde yaptık. Karşıma çıkan kişiler Hollywood filmlerinde gördüğüm dünyayı yok olmaktan kurtaran bilim adamlarına benziyorlardı. Toplantıda hemen kaynaştık ve Aspeg’in şimdiye kadar yaptığı araştırmalardan ve keşiflerden bahsettiler. Mağaralardan getirdikleri izole haldeki suların antibiyotik yapımında kullanıldığını ve derinliklerin kalbinde korunmuş bu sulara karşı mikropların daha bağışıklık geliştiremediği için hastalıklarla mücadele adına ne kadar önemli olduğunu anlattılar.
Anlattıklarının içinde bana en ilgi çekici gelen ise ilk kez Aspeg’in keşfettiği endemik bir çekirge türü oldu. Literatüre ismi Latince Troglophilus Aspegi Taylan & Sirin olarak geçmiş. Yani Taylan ve Şirin’in Aspeg çekirgesi.
Ender ve Orkun Aspeg’le beraber şimdiye kadar bir dolu mağarayı filme almışlar. Bu alanda zamanla profesyonelleşmişler. Mağaracı olmak için kapsamlı bir eğitim gerektiğinden; onlar mağara çekimlerini yaparken, ben yukarıdaki kamp hayatını ve onların izlenimlerini belgeleyecektim. Toplantı sırasında Orkun “Gel seni de mağaracı yapalım, yarık Düdeni’ne olmasa da sonraki mağaralara girersin.” Dedi. Saf bir balık edasıyla hemen “olur” diye atıldım.
O haftasonu, Orkun, eşi Elif ve ufaklıkları Mete ile buluşup Marmara Üniversitesi Anadolu Hisarı kampüsüne gittik. Orada yanımıza Aspeg’den deneyimli mağaracı arkadaşları Eray’da katıldı. Üniversite stadyumunun dış duvarına ipler çekildi ve eğitim başladı. Mağaracılığa ait yeni terimler ve Elif’in hazırladığı leziz yeşil çay eşliğinde teorik kısmı hızlıca geçtik. Ardından, varlığından şimdiye kadar haberimin olmadığı kaslarımın çalışmasıyla birlikte; stadyumun dış duvarına el ve göğüs jumarları sayesinde tırmandım. İstasyon dedikleri bölümleri geçtim. Daha sonra desendör denen cihazla aşağı inişlere çalıştım. Ondan sonraki iki günümü anlatmıyorum çünkü kas ağrılarımdan kollarımı ve bacaklarımı kaldıracak halim yoktu. Siz siz olun spor yapın vücudu ham bırakmayın.
Sonraki hafta çadırımı, tulumumu, çantamı ve kamera malzemelerimi hazırladım ve beni Alanya Gazipaşa’ya götürecek uçağa atladım. Uçak yolculuğunun ardından, patika yolda 2 saatlik bir araba yolculuğu yaparak, 1800 m’de bulunan Sivastı Yaylasına vardım. Yarık düdeni buradan derinlere iniyordu. Ormanın bitip dev kayaların sizi selamladığı bu yayla sanki beni başka bir gezegene taşımıştı. Burası bulutların, dağların arasında dans ettiği bir doğa mucizesiydi.
Bu etkileyici resmin içinde Aspeg üyeleri beni sıcakkanlılıkla karşıladı ve macera böylece başlamış oldu. Kampa adım attığımda Aspeg ve İran’dan bir grup 300 m’de keşfe devam ediyordu. Zamandan ve enerjiden tasarruf etmek için mağaranın derinliklerinde kamp yaptıklarını öğrendiğimde oldukça şaşırdım. Günden ve geceden bağımsız orada 3 gün kalacaklardı.
Ender, mağaranın içi soğuk ve nemli olduğu için giydikleri özel polarları ve tulumları bana gösterdi. Keşif sırasında mağaranın temizliğine özen gösterdiklerini ve her atığın onlarla birlikte sonrasında dışarı çıktığını söyledi. Dayanamadım ve “her atığın mı?” diye sordum. Aldığım cevap kesin ve netti “evet her atığın”
Ender, Türkiye’de mağaracılığı aktif olarak yapan insan sayısının ne yazık ki 300’ü geçmediğini ve sadece 9 üniversitede bununla ilgili kulüp bulunduğunu söyledi. Nüfusu Türkiye’ye göre çok daha az olan Bulgaristan’da bile 9.000 kişinin aktif olarak mağaracılık yaptığı düşünüldüğünde Türkiye için durumun trajikomik olduğu açık. Üstelik bu topraklarda keşfedilmeyi bekleyen sayısız mağara varken.
Ateş başında muhabbet her gece koyulaştıkça koyulaştı. Ekiptekiler birbirlerini yıllardır tanıyor olsa bile yeni gelen olarak beni de aralarına aldılar ve teker teker kalplerini açtılar.
Kamptan Büşra bana mağaralardaki mutlak karanlıktan bahsetti. Öyle bir karanlık ki göz hiçbir zaman buna alışmıyormuş. Hiçbir perdenin veya hiçbir gecenin size sunamayacağı bir karanlıkmış bu.
Aspeg’in sanatçı üyesi Özge ise hayal gücünün mağaralar sayesinde nasıl harekete geçtiğini anlattı bana. Kendisi bir ressam ve mağaralarda gördüğü sarkıt ve dikitler onun sürreal dünyasında insan vücutlarına, yer altı şehirlerine dönüşüyor. Kendisine ait bir resim sergisi bile var.
Aspeg’in ağabeylerinden Cem ise grubun doktoru. Kampın güvenliği ve işleyişinde kendisi bir dünya markası olarak kabul ediliyor. Ayrıca mağara ile kamp arasında iletişimi sağlamak için çekilen kablolu telefon hattının değişilmez sekreteri. Aşağıdan bir haber varsa bu haber Cem’in ağzından diğerlerine ulaşıyor.
Turgay ise Aspeg’in bir diğer sembol yüzü ve ağabeyi olarak kampta yer alıyor. Kendisi bir sismolog, yıllarca yurtdışında görev aldıktan sonra, şimdi İstanbul Üniversitesinde iklim değişiklikleri üzerine çalışıyor. Mağaradan gelecek örnek üzerinden milyonlarca yıllık zaman sürecinde o bölgede iklimin nasıl değiştiğini ondan öğreneceğiz. Ama onun çok özel bir başka özelliği daha var: Bu güzel adam kampın müthiş lezzetli kahvaltılarının ve yemeklerinin mimarı. Yaptığı kuru fasulyeyi ve bulguru yeme şansına sahip olsaydınız ne demek istediğimi anlardınız.
Orkun, bütün çekimler ve röportajlar esnasında bana destek olan grubun deneyimli mağaracısı. Kendisi elektrik-elektronik mühendisi ve gerçek bir bilgi bankası, telefonun ve internetin çekmediği Sivastı yaylasında hepimiz için bir google baba. “Hadi o kadar bilgiyi edindin de hepsini nasıl böyle aklında tutuyorsun be adam” diye kendisine defalarca sormak istedim de kendimi tuttum.
Süha grubun en deneyimli ağabeylerinden. 89’dan beri aktif mağaracılık yapıyor. Ona göre Ay’a bile yirmi kusür kişi gitmişken keşfettikleri mağaralara daha az insanın girmiş olması onlar için bir ayrıcalık.
Kampın diğer neşeli, atletik ve genç mağaracıları ise Volkan, Alper, Ümit, Cenk, Oktay, Buğra ve 4 kişiden oluşan Türkü sever İranlı Ekip.
Bu güzel Ekibi bir araya getiren ise Ender. “Mağaraya girdiğimde kendimi yeryüzündekinden daha mutlu ve huzurlu hissediyorum” diyor. Yarık Düdeni’nin sonunu bulmak amacıyla mağaraya girdikten sonra aşağıda 4 gün kalıyor ve Yarık Düdeninin bir göl ile 560m’de sonlandığı haberini kampa veriyor. O bu özel haberi duyururken benim aklıma Jules Verne’in Arzın merkezine seyahat romanı geliyor. Bu büyük maceradan sonra eve dönerken geriye eşsiz bir doğa, benzersiz hikayeler ve ateş başı muhabbetlerinden sonra üzerime sinen keyif verici is kokusu kalıyor.