top of page
  • Yazı: EA Fotoğraflar: Canan Aydın

Su Kuşlarının İzinde...


Yine yolculuk zamanı gelmişti. Evin salonunda açık duran sırt çantamdan sadece kirlileri çıkarıp yerine temiz çamaşırları koyuyordum. Evden bu kadar sık uzakta kalmak zor olsa da seyahatlerin ve doğanın cazibesine kapılmadan da edemiyordum. Bu sefer yolum Burdur'un göller bölgesinin kuşlarının arasına düşüyordu. Bölgenin su kuşlarını izlemeye ve filme almaya gidecektim. Bu arada da Salda gölünün kıyısında konaklayacak olmamız ise büyük şanstı. Seyahatimde yalnız değildim. İz'den yapımcı arkadaşım Canan'la bu dört günlük seyahatte yoldaş olacaktık. Orada ise bize kuşlar konusunda rehberlik edecek Asaf Ertan ile buluşacak ve ekipçe kuşların izini sürecektik. Türkiye'nin Maldivleri diye bahsi geçen bu gölü görmek için sabırsızlanıyordum. Tek sıkıntı yolculuk sabahı uçağın sabah 5'te kalkacak olmasıydı. Bu saatteki uçakları pek sevdiğim söylenemez. Sabah insanı değilim ama bu uçak sabahın köründe değil, düpedüz gecenin bir yarısında kalkıyor. O yüzden indiğimiz Çardak havalimanına kadar hatıralarım silik ne yazık ki. Bu arada böyle bir havalimanı varmış. Varlığından ilk kez haberim oldu. Burdur ile Denizli arasında araf diye tabir edilebilecek bir noktada Çardak ilçesinde bulunuyor. Oradan taksiyle yaptığımız 45 dakikalık yolculuğun ardından gölün bulunduğu Yeşilova kasabasına vardık. Sabahın erken saatleri olduğundan kasabanın ana caddesi sessiz ve sakindi. Kasabayı geçtikten hemen sonra Salda gölü berrak yüzünü bize gösteriyor. Salda adeta bir ayna gibi coğrafyanın üstüne serilmiş; bulutlar bu yansımadan hoşnut halde gölün üstündeki yansımalarını izliyorlar.

Karaçamlar ise ressam Bob Ross'un tablolarındaki gibi gölün çevresine bezenmiş durumda. Az sonra sağdan küçük bir yan yol açılıyor ve karşımıza kalacağımız yerin adının yazılı olduğu kapı çıkıyor: "Lago Di Salda". Taksiden iner inmez otelin duvarlarının her yerine yuva yapmış kırlangıçları görüyorum. Kuş seven insan iyi insandır derken otelin işletmecisi Ethem'le resepsiyonda karşılaşıyoruz. Sabahın hala erken saatleri olduğundan belli ki o da uyanamamış bize anahtarlarımızı veriyor. "Önce dinlenin ardından sohbet ederiz" diyor. Buna ben de seviniyorum doğrusu. Odaya adım atıp göl manzaralı odamın balkonuna çıkınca keyfim iyice yerine geliyor.

Salda Gölü

Kuş sesleri bu güzel resmi işitsel olarak tamamlarken hava yumuşak ve güzel bir günün müjdesini veriyor. Erken yolculuğun yorgunluğunu atmak için biraz uyuduktan sonra Canan'la buluşmak için lobiye geçiyorum.

Lobiye varınca Canan'ın sesini duyuyorum. Bir evin salonu büyüklüğündeki lobinin uç tarafında yer alan kapıdan içeri girince Otelin işletmecisi Ethem'in odasına geldiğimi anlıyorum. Masasının yanındaki rafta Star Wars oyuncakları ve legoları ile kendine küçük bir müze yaratmış. Canan’la bana Maldivlere benzer kumsalların olduğu bölgeleri haritadan gösteriyor. Güneşin konumuna ve kumsalların yönlerine bakıyorum. Önce gölün güney batısındaki kumsalı ziyaret edip ardından da gölün doğu kumsalında güneş batışını çekmeye karar veriyoruz. Bize rehberlik edecek Asaf Bey ise ancak akşam otelde olacağından gün içinde Salda gölü çevresini turlayabileceğiz. Amaç hemen kuş görmek değil biraz çevrenin tadını çıkarıp bu arada da çekim yapmak. Öğlen edilen kahvaltının ardından Ethem'in ağabeyi Özgür ile buluşuyoruz. Bizi arabasıyla çekime götürmek için gelmiş. Klasik kırmızı kartalı ile belli ki orijinal bir adam. Arabasına binip güney batı kumsalına doğru yola koyuluyoruz. Özgür, Almanya'da Alman Dili ve Edebiyatı okumuş. Ethem'in ise Arkeoloji mezunu olduğunu söylüyor. Anneleriyle birlikte işlettikleri otelde yaşıyorlar. Kısa araba yolculuğumuzda bunları konuşurken göle inen bir tepenin ardından beyaz kumsallar önümüze seriliyor. Bu etkileyici görüntünün heyecanıyla durup çekim yapmak istediğimi söylüyorum. Oradan da yürüyerek kumsala iner biraz göl havası alırız diyoruz Canan'la. Özgür'ü özgür bırakarak, bizi diğer kumsala götürmesi için 4 saat sonrasına randevulaşıyoruz . Yamaçtan aşağı hafif tempo yürürken, bir tarla ve içindeki küçük kırmızı kulübe gözüme çarpıyor. Göl sularının, tarımsal sulama için aşırı kullanılmasının bu bölgedeki tüm göller için büyük tehlike olduğunu duymuştum. Bunun yanısıra aşırı sulamanın toprağın tuzlanmasına neden olup çorak hale getirmesi ise bir başka büyük sorundu. Bu yüzden kaybedilen tarım alanları tarih boyunca birçok antik medeniyetin zamanla kıtlığa düşüp yok olmasına sebep olmuştu. Biz binlerce yıl sonra nasıl hala aynı hatalara düşüyoruz gerçekten aklım almıyor.

Kırmızı Kulübe

Tarlaya konmuş kırmızı kulübeden bir adam çıkıp Canan'la bana uzaktan el sallıyor. "Gelin balık var yiyin" diye seslenmesine rağmen selamına karşılık verip teklifini geri çeviriyoruz. Kumsalda küçük bir konteyner kafe dışında yapı yok. Yani Şemsiye, şezlong aramayın. Böylesi daha güzel ve doğal. Su temiz ve kumsal beyaz. Peki Maldivlere benziyor mu? Pekala yöresel Maldivler diyebiliriz. Anadolu'nun bitki örtüsüyle çevrili, farklı kum yapısıyla tam anlamıyla kendine özgü. Canan bu kum oluşumunun bir benzerinin Mars'ta bulunduğundan bahsediyor. O halde burası Maldivler'den daha özel bir yer.

Göl bir de kendi endemik balık türüne sahipmiş. Latince isminin Aphanius Splendens olduğunu öğrendiğim bu balık aslında bir akvaryum balığıymış ve aşırı magnezyumlu sulara uyum sağlayarak evrilmiş. Salda Gölü 184 metre derinliğiyle Türkiye'nin en derin göllerinden biri. Çekimlerin ardından güneş batışında diğer kumsala geçmek için Özgür'ü arıyoruz. Özgür, 90 model Kartal'ıyla yetişip bizi tam zamanında güneş batışına yetiştiriyor. Bu sırada kumsalın özelliğini bize anlatıyor. Güneş ile kumu oluşturan kimyasal moleküllerin tepkimeye girerek fotosentez yaptığını yani bu kumların nefes alıp veren bir organizma olduğunu söyledi. Şamanlar yaşasaydı bu göl herhalde kutsal olurdu diyorum içimden. Güneş batarken ters ışık harika resimler veriyor kameraya. Hava karardığında otele doğru dönüş yoluna geçiyoruz. Yorgunluk olsa da güzel planlar çektiğimiz için mutluyuz.

Salda'da gün batışı

Otelde Asaf Bey ve eşi ile tanışıyoruz. Onlar da otele ancak gelmişler. Herkes yorgun olduğundan ertesi sabah için sözleşiyor ve dinlenmeye çekiliyoruz. Odamın balkonundan bir süre yıldızları izliyorum. Burada gökyüzü şehirdekinden daha parlak ve daha çok yıldız var. Hatta dikkatli bakarsanız yıldızların hareketlerini bile görebilirsiniz. Gözlem için Ertesi gün erken kalkacağımızdan kendimi yatağa bırakıyor ve yakından kuş görebilme umuduyla uykuya dalıyorum.

Sabah kahvaltıda Asaf Bey ve Doğa derneğinden Levent ile buluşuyoruz. Levent Ankara'dan gözlem ekibine katılıyor. Kendisi gönüllü bir doğa sever ve kuş gözlemcisi. Tabi onların kuşlarla ilgili hararetli sohbetlerine Canan'la ben Fransız kalsak bile kuş gözlemi yapacağımız yerin 20-25 km ötedeki Yarışlar gölü olacağını anlıyoruz. Görebileceğimiz türler arasında Flamingolar, kılıç gagalar, uzun bacak ve angutları sayıyorlar. Ben ise kuşun adının niye Angut olduğunu düşünüyorum. Anlattıkları üzere güzel alacalı rengiyle etkileyici bu kuşun isminin garip bir etkisi var. Yani sevdiğiniz kadına angut dediğinizde ona güzel bir şey söylemek istemiş olsanız bile o bunu yüksek ihtimal yanlış anlayacaktır.

Bu garip düşünceler içindeyken ekip ayaklanıyor; gitme vaktimizin geldiğini anlıyorum. Ekipmanlarımızı arabaya yüklerken Ethem de bizi uğurlamak için kapıya çıkıyor. Konuşmayı seven bir adam Ethem. Otelin ön cephesine yuvalar yapmış kırlangıçları anlatmaya başlıyor. Onlarca kırlangıç yuvasının yapışık olduğu duvarın tüm cephesi küçük çamur öbekleriyle kaplıydı. Dediğine göre bu çamur öbeklerini yırtıcıları şaşırtmak için duvara bırakıyorlarmış ve yuvalarını bu sayede kamufle ediyorlarmış. Ethem kırlangıç muhabbetinin ardından Alfred Hitchcock'un Kuşlar'ına gönderme yaparak ekipce kuşlarla münasebetimizin filmdeki kadar talihsiz olmaması için dua edeceğini söyledi. Kendisi de otelde annesiyle yaşayan bir insan olmasından mütevellit ona modern zamanların Norman Bates'i olduğunu söyledim. Bu ona yaptığım bir iltifattı aslında ve görünen o ki Ethem'in de hoşuna gitmişti. İşte kelimeler, isimler ve onların yarattığı garip etkiler üzerine bir başka örnek daha.

Kuş gözlemine giden 5 kişiyiz. Rehberimiz Asaf Bey, Asaf Bey'in arkadaşı akademisyen Yavuz Bey, Doğa derneğinden Levent, Canan ve Ben. 5 Kişi arabaya doluşup Yarışlar Gölüne doğru yola koyuluyoruz. Araba sıkışık haldeyken çok konuşan tiplerden pek değilim. Sessizce 20- 25 dakikalık kuzeydoğu yolu boyunca çevreyi izliyorum. Küçük şirin köyler düzlüklere ve yamaçlara yayılmışlar her biri eminim çok hikaye barındırıyor ve sessizce orada keşfedilmeyi bekliyorlar. Çok geçmeden Yarışlar gölüne varıyoruz . Çevredeki tepelere bakınca keyfim kaçıyor. Taş madenleri göl çevresindeki tüm tepelere bir kanser gibi yayılmış. Ne yazık ki kusursuz olabilecek bir manzara böylece bozuluvermiş..

Gölün kıyısına uzanan toprak yolda arabada 5 kişiyle ilerleyebildiğimiz kadar ilerliyoruz. Arabanın altı içine doluşmuş bir dolu insan ile yere değmeye başlamıştı. Arabanın sahibi Yavuz Bey bir noktadan sonra arabayı bırakıp kuş gözlemi için yola yayan devam etmemizi söylüyor. Ne deyim adam haklı gözlemi sanayide bitirmeyi kimse istemez. Bunun üzerine Kuşları görüntülemek için ekipmanlarımızı yüklenip araziye çıkıyoruz. Karşımıza ilk olarak bir su kuşu değil de göl kenarındaki bir armut ağacının tepesinde duran Kara alınlı Örümcek kuşu çıkıyor.

Kara alınlı Örümcek Kuşu

Asaf Bey serçeden biraz daha büyükçe olan bu kuşun amansız bir yırtıcı olduğunu ve haşerelerle beslendiğini ayrıca kemirgen gibi daha büyükçe avları dikenlere ya da dallara asarak tükettiğini anlattı. "Bir bakıma alet kullanabiliyorlar" dedi. O bunları söylerken benim de ufkum açılıyordu. kafalarında siyah zorro maskesine benzer sürmeleriyle ve pembemsi göğsüyle yakışıklı bir kuşla karşı karşıya kalma şansına sahip oluyordum Gölün içine doğru uzanan yarımadaya doğru ilerlemeye devam ediyoruz. Kıyıya yaklaştıkça küçük gruplar halinde suda beslenen uzun bacakları ve kılıç gagaları görüp ve filme alıyorum.

Kılıç Gaga

Bu kuşlar suyun sığ bölümlerinde küçük gruplar halinde gölün çamurlu zemininden besin çıkarıyorlardı. Özellikle kılıç gagalar terse doğru yukarı uzanan gagaları ve kendilerine özgü beslenme şekilleri ile izlenesi kuşlar. Başlarını iki yana sallarken suyu tarayarak beslenen bu kuşlar varlığından hiç haberimin olmadığı kuşlardı. Ne mutlu ki şimdi onları tanıyorum.Gölün uzak ucunda

Flamingolar tüm incelikleriyle suda dizilmişler. Onlara doğru yöneliyoruz. Tüm incelikleriyle zarafetlerini sergiliyorlar. Asaf Bey Flamingoların olgunlaştıkça renklerinin oturduğunu ve daha güzelleştiklerini söylüyor. Başlangıçta renkleri koyu ve daha siyahımsı iken ilerleyen yaşlarda tüyleri daha pembeleşiyormuş.

Safları sıklaştıralım

Gagalarıyla göl tabanındaki çamuru süzerek dipten besleniyorlar. Onlarca saniye boyunca kafaları suyun içinde nefes almadan ilerliyorlar. Gagaları muhtemelen suyun altında bir biçerdöver gibi suyu tarıyor.

Flamingo sahili

Uzak uçta ise angut kuşları tek tük görünüyor. Asaf Bey bu kuşların su üstünde Ördekleri, karada ise kazları andırdıklarını söylüyor. Tepeye doğru tırmanmaya başlıyoruz.. Sıcaklık artışı iyiden iyiye hissediliyor. Asaf Bey 70 yaşında olmasına rağmen sağlıklı bir adam. Çevik hareketlerle tepeyi bizden önce tırmanıyor. Canan'la kamera, tripod ve 600mm'lik lensten oluşan yükümüzle tepeyi tırmanırken bir hayli ter atıyoruz. Tepe'nin en üst noktasına ulaştığımızda bir hayli aç hissediyordum. Ethem'in yanımıza verdiği Beyaz peynirli ve domatesli sandviçler tüm ekibin açlığını bastırmaya yetiyor. Yavuz Bey bizden önce yarımadaya çıkmış keşif turundan dönüyordu. Yanımıza gelince yarım adanın uç kısmında bulunan üstü aliminyum sac kaplı bir bölgeyi gösteriyor. "Kibele için yapılmış bir sunakmış, ama üstü kapatılmış." diyor. İlerdeki taşlık yamaçtan aşağı sunağa doğru ilerliyorum. Yaşadığım hayal kırıklığı yaklaştıkça daha da büyüyor. Sunağın üstü tamamıyla kapatılmış. Hemen yanında çirkin koca teneke bir levha ile buranın tapınak olduğu ve temiz tutulması gerektiği ile ilgili bir ibare vardı. Böyle bir şeye öfkelenmemek mümkün değil. Üstünü çirkin bir profille kapatmak zaten yapılacak en kötü şeylerden biri olsa gerek. Korumayı ne yazık ki ülkece bilmiyoruz. Göl yarımadasındaki en yüksek tepede bulunan bu sunaktan çevreye bakıyorum. Dağların yüzü madenlerle tıraşlanmış.

Taş madenleri

Sanki toprak ananın kalbini yemeye çalışır gibi hırsla kazmışlar çevreyi. Orta Dünya'nın Isengard Madenlerinden farksız bir tablo. Hikaye ise benzer; güç yüzüğünün hırsına kapılmış insanların savaşı. Asaf Beyin yanına gidiyorum. Dürbünüyle hakim tepeden kuş gruplarını gözlemliyor. Göl çevresinden görüntüler alıyorum. Ardından yamaçtan aşağı inmeye başlıyoruz. Gölün doğusunda bulunan yarım adadan güneyde bulunan kıyılara doğru iniyoruz. Yamacın dik kayalarının birinin üstünde bir kabartma ile karşılaşıyoruz. Ne yazık ki yüzü parçalanmış bir kadının kabartması. Muhtemelen Kibele betimlemesi. Bu bölgenin barındırdığı sürprizler beni heyecanlandırıyor. Daha sonra araştırdığımda burasının M.Ö. 6. yüzyıldan kalma Tymbrianassus şehri olduğunu öğreniyorum. Bir Frig yerleşimi olan bu yerleşkenin ismi "çift hisarlı kent" anlamına geliyormuş.

Hava sıcaklığı artıyor, ter bezlerimin çalıştığını hissediyorum. Canan Tripodu omzuna almış canavar gibi ilerliyor. "Vay Kibele" diyorum kendi kendime. Kıyıya varıyoruz. Sağımızda kalan bölgede bir Kral Mezarı dik yamaçların üstünde ustaca kazınmış. Ekipten Yavuz Bey yapılışlarından bahsediyor. "Dik yamacın en yukarısından halatla sarkıtılan insanlar bu yapıları inşa ediyorlarmış. Ölen kralın bedeni de oraya iplerle indiriliyormuş."


Gözümde o dönemi canlandırmaya çalışıyorum. O dağların bağrını yiyen madenlerin olmadığı, gölde binlerce su kuşunun yaşadığı o dönemleri. Büyüleyici olmalı.

Bu bölgede ne yazık ki su kuşu yok. Asaf Bey Kıyıda yürümeye başlıyor. Onu kameramla görüntüye almaya başlıyorum. Biraz sonra göl kıyısında yerde bir şey görüyor ve eğilip kumdan alıyor. “Bir Avcı Fişeği. Kuşların niye burada olmadıklarını açıklıyor.” Hemen ardından Asaf Bey dürbününü yamaçların üzerine çeviriyor ve anlatmaya başlıyor: “Dik yamaçlarda yırtıcıların dışkısı olup olmadığına bakıyorum. Eğer varsa bu bölgede onların varlığına dair bir ipucu yakalayabiliriz. Her şey gözlem yapmakla ilgili, doğayı gözlemlemek, hayatı gözlemlemek ve kuşları gözlemlemek. Ancak o zaman sanata ve güzele yaklaşırsınız.

Uzun Bacak

Bu sözler belki de günün en güzel sözleri. Göl kıyısından dönüşe geçiyoruz. Yarımadayı arkamızda bıraktıktan sonra Asaf Bey uzakta göl kenarında güneşlenen Büyük Ak Balıkçıl’ı fark ediyor. Ayrıca bir Uzun Bacak çiftinin sığ suda beslendiğini söylüyor. Dürbünüyle bir süre izledikten sonra sazların arasından ona görünmeden yaklaşabileceğim rotayı tarif ediyor. 150-600 tele lensimi kamerama takıp Tripodu yükleniyorum. Ağır ağır sazların arasından ilerlerken ayaklarımın altında zeminin yavaş yavaş yumuşadığını hissediyordum. Pabuçlarım çamurlu zemine gömülmeye başlıyor. Sazların ilerisinde Büyük Ak Balıkçıl’ı görüyorum. Tripodu kuru bir alana yerleştirip acele etmeden kamera ayarlarını yaptıktan sonra çekim için hazır hale geliyorum. Kuşlara oldukça yakınım. Önce Büyük Ak Balıkçıl’ı görüntülemek istiyorum;

Büyük Ak Balıkçıl

başının arkasından yukarı doğru uzanan püskülü ve adının hakkını veren parlak beyaz tüyleriyle gölde eşsiz güzelliğini sergiliyor. İnce sarı gagası uzun ve sivri. Gagasını böcekleri ve kurbağaları avlamak için kullanıyor olmalı. Benim varlığımı fark etmediği için güneşin tadını çıkarmakla meşgul.

Kılıç Gaga

Bu kuşu izlemek çok keyifli ama Uzun Bacak’lar rol çalmak istercesine yakınlara gelirken bir yanda sığ suda keyifle çamuru karıştırıyorlardı. Siyah Kanatlarını, beyaz küçük vücutlarına pelerin gibi giymişti ikisi de. Vücutlarına göre uzun pembe bacakları ile sığ suda zarifçe yürüyorlardı. Suyun üstünde bıraktıkları izler naif dalgalar halinde etrafa yayılırken o anın keyfini Uzun Bacaklarla birlikte çıkarıyordum. Ta ki doğanın çağrısı gelip de onlar uçana kadar. Ekibin yanına bu özel karşılaşmadan memnun şekilde dönüyorum. Yorgunluk doğal olarak hepimizde var ama kaç defa böyle bir deneyim yaşar ki insan hayatta? Ya da böyle bir deneyim yaşamak aklına gelir. Aslında çok zor değil. Eğer doğayı keşfetmeyi seviyorsanız işte güzel bir hobi. İhtiyacınız olan sadece bir dürbün ve güneşten korunmak için bir şapka.

Alaca Balıkçıl

Merak etmek insana verilmiş en güzel hediye. Doğaya ve Dünyaya insan ancak bu şekilde tanık olabilir ve doğa sadece kendisini tanımak isteyen iyi yürekli insanlara ve bunun için çaba gösterenlere kucak açar.

 

60 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page