top of page
  • Yazı: EA Fotoğraflar: Nazmiye Şeralioğlu

"Punctum"


Her yeni proje yeni bir heyecan yeni insanlar ve yeni deneyimler demek. Bu sefer Wilco, ben, Kurgu yönetmenimiz Batuhan ve yapımcımız Nazmiye ile yolumuz Aydın üniversitesine düşüyor. Orada okulun fotoğrafçılık bölüm başkanı Kayıhan Güven ile bir araya gelip fotoğrafçılığın öğretilebilir birşey olup olmadığı üzerine kafa yoracağız.

Kayıhan Güven kendisini sokak fotoğrafçısı olarak tanımlıyor. Portre fotoğrafçılığı konusunda usta olan bu isim ekibimizi önce okulda ağırlıyor. Aydın üniversitesi fotoğrafçılık öğrencilerine sağladığı imkanlarla beni bir hayli etkiledi. Son teknolojileri kullandıkları stüdyoları, kurgu setleri, öğrencilerle çıkardıkları fotoğraf dergisi "Göz" ile bölüm öğrencilerini çalışma hayatına daha eğitim sırasında hazırlıyor. İşin içine kattıkları sanat soslu projeleriyle de ülkede bir çok üniversitenin iletişim bölümünün yapamadığı şeyi yapmayı başarıyorlar. Bu takdir edilesi programın en önemli mimarlarından birisi ise bölüm başkanı Kayıhan Güven. Kendisi Ara Güler, Çoşkun Aral gibi alanında önemli isimlerle fotoğraf avına çıkmış saygıdeğer bir isim.

Bu belgesel ziyareti aynı zamanda hepimiz için bir öğrenim fırsatı haline geliyor. mezun olduktan 11 sene sonra okulu ne kadar özlediğimi anlıyorum. Öğrenci olmanın legal özgürlüğünü ucundan da olsa bunca senenin ardından tadıyor olmak bana keyifli bir haz veriyor.

Aydın Üniversitesi

Öncelikle Göz dergisinin haftalık faaliyet toplantısına konuk oluyoruz. Burada Kayıhan Hoca fotoğrafçılığın bir sanat dalından ziyade anı deneyimleme ve yaşama dahil olma hali olduğundan bahsediyor. Bol bol Barthes'in Camera Lucida kitabından referans veriyor. Yani bir eseri ele aldığınızda eser sahibinin anlatmak istediğinin değil izleyenin veya okuyucunun bundan ne anladığı ve onda yarattığı öznel etkinin önemli olduğundan bahsediyor. Aklıma üniversitedeyken değerli insan İlker Canikligil'in sözleri geliyor. "Bir film çektiğinizde ne anlatmaya çalıştığınız değil; filmi annenize izlettiğinde ne anlayıp ne hissettiği o filmi iyi veya kötü yapar." demişti.

Toplantı sonucunda görev dağılımı yapılıyor. Kayıhan Hoca da Wilco ile ertesi gün fotoğraf çekimi için Tahtakale'de çalışacak. Onlar bu bölgede fotoğraf çekerken ben de onların bu deneyimlerini belgeleyeceğim.

Kayıhan Hoca bu arada yaptıkları bir atölye sergi çalışmasından bahsediyor. Mavi dışında bütün renkleri monochrome yani siyah beyaz gören bir filtreyle öğrencilerin ve öğretim görevlilerinin fotoğraflarını çekmiş. Mavi objeler resimlerde bazen bir eşarp, bazen bir saat, bazende bir kravat olarak ortaya çıkıyor. Bu orijinal mavi renli fikri filmlemek için sergi bölümüne gidiyoruz. Okulun modern iç mimarisi de ayrıca belgeselde bilimkurgu filmlerini aratmayacak güzel kareler veriyor. Sergi bölümünde Kayıhan Güven'in fotoğrafa yaklaşımını daha net anlamaya başlıyorum. Kendisi anlam üzerine yoğunlaşıyor ve onun için estetik ikinci planda. Çektiği fotoğrafların yanına hikayelerini not düşmek ise fotoğrafın en az kendisi kadar önemli. Hatta kitabının ismi bile bunu kanıtlar nitelikte: "Röportaj"

Kayıhan Hoca Wilco'yu da mavi renkle fotoğraflamayı teklif ediyor. Beyaz sonsuz fonun olduğu bir stüdyo'ya öğrenciler ve ekip olarak adım atıyoruz. Kayıhan hoca uzun mavi bir eşarp sunuyor Wilco'ya. Wilco'nun nasıl bir kompozisyon oluşturacağını hiç birimiz bilmiyoruz. Kameramla kayda giriyorum ve o anı filmlemeye başlıyorum. Wilco önce ayakkabılarını ardından çoraplarını çıkarıyor. daha sonra ise hızlıca üzerinden gömleğini çıkarıyor. o anı hem rtüksel açıdan hem sanatsal açıdan nasıl filmlerim diye düşünmeye başlıyorum. böyle zamanlarda genel planlar yerine yakın planlar çekmeyi tercih ediyorum. Bu anın dramatizmini daha iyi yansıtıyor. Yakın yüz çekimleri karşınızdaki insanı anlamaya belki de empati kurmaya çalışmak gibi geliyor . Çok geçmeden Wilco Pantolonunu da çıkarıyor ve vücudunu Kayıhan Hoca'nın verdiği mavi eşarpla kapatıyor. Kayıhan Hoca fotoğraflamaya başlıyor. Wilco'nun portrelerini çekerken ben de onu belgeliyorum. Herkesin birbirini çektiği bu an bir vahşi batı filminin içinden fırlamış kadar çılgınca. Sonra Wilco'yu anlamaya çalışıyorum bu cesur hareketiyle. Mavi yaratımın rengidir bana göre tabi biraz da hüznün. Bu yüzden Blues hüzünlüdür ve yaratıcılık gerektirir. İnsanın tüm çıplaklığını örten bir hüznün yaratıcı dışa vurumu mudur bu acaba; bilemiyorum. Devamlı insanlar yanınıza fotoğraf çektirmek için gelirken hep gülmek zorunda olmak zor geliyor mudur onu da bilmiyorum. Bizi biz yapan ortak dertler onunda içinde kaplıdır muhakkak.

Bu ilginç anın ardından Yapımcımız Nazmiye de o anı fotoğraflamış. Fotoğrafta Kayıhan Hoca, Wilco ve Ben varız. Beyaz fonda mavi göz alıcı gözüküyor. Sesleri dinlediğim kulaklığım da mavinin bir parçası olarak kompozisyonun içinde yer almış. Tesadüflere pek inanmasam da tesadüf diyelim. Bu çalışmanın ardından çekimi o gün için tamamlıyoruz. Ve Ertesi gün Eminönü Yeni Cami'de buluşmak üzere sözleşiyoruz.

Anı yakala

Ertesi Sabah Eminönü'nde buluşup kısa bir toplantı yaptıktan sonra çekimlere tam gaz başlıyoruz. Yeni Caminin solundan uzanan güzel kapıdan geçiyoruz. Ara sokaklara dalıyoruz. ilk başta Tripod üzerinde bir kaç planlı çekim yaptıktan sonra tripodu bir kenara bırakıyorum. Hızlı çalışabilmek için 24-105 Canon Lensi kullanmaya karar veriyorum. Açıkçası bu lensin keskinliği gerçekten çok kötü. ama üzerinde sabitleyici olması elde çekerken sarsıntısız görüntü vermesini sağlıyor. Üstelik geniş ölçek aralığı sayesinde plan çeşitliliği yaratmanız daha sonra kurguda işleri rahatlatıyor.

Günün ilk karesi
Anı yakalamaya devam et

Kurgu Yönetmenliğini yapan Batu'nun montaj sırasında işini rahatlatmak önemli. Sonra iyi ki de bu lensi seçmişim diyorum. Çünkü Kayıhan Hoca sahada çok hızlı ve sosyal. İnsanlarla hemen muhabbete giriyor ve fotoğraflarını çekmek için insanları kolaylıkla ikna ediyor. Arada bir iki arıza insan çıksa da o da ülkemizin genel sorunu olduğundan bunu çok da sallamıyor. Çok özel portreleri bulup çıkarıyor Kayıhan Hoca.

En ilginç protrelerden

Ayrıca Tahtakale bölgesini tanıyor ve tanınıyor. Esnafı onu seviyor ve saygı duyuyor. Sokaklarda ilerlerken Bir küçük sokaktan içeri giriyoruz. burayı hayatımda ilk kez görüyorum ve deyim yerindeyse içeriye düşen ışığa vuruluyorum. İçerde hamak, hasır ve ince halatlar satılıyor. hatta iplerin bir kısmı Mağaracılık iplerine benziyor. Mekanın beni bir şekilde buraya çağırmasının tesadüf olmadığını düşünüyorum. Dükkanın sahibi orijinal bir yüze sahip bir adam. Derin ve sert hatlara sahip kemikli bir surat ve beyazlamış saçlar ile yılların ağırlığı üzerine çökmüş. Kayıhan Hoca adamın fotoğraflarını çekmeye başlıyor. Önce dükkanının dışındaki tezgahının önünde avludan içeriye giren muhteşem ışığın eşliğinde daha sonra ise eski hanın içindeki ofiste fotoğraflıyor. Adamı mekanında fotoğraflarken mekan ve adam iç içe geçiyor ve bir oluyor. Kayıhan Hoca'nın temposu yüksek ve onu belgelerken aklıma Yolda'yı yaptığımız zamanlar geliyor. O zamanlar da bu hızda çalışırdık ve yakalamaya çalıştığımız şey gerçeği ve samimiyeti yakalamaktı. Kayıhan Hoca da her seferinde gittiği mekanlarda samimiyetle ve doğallıkla karşılanıyordu. Bu sırada dükkanın önünde tembellik yapan kediyi de çekmeden oradan ayrılmadık.

Tahtakale de ilerlemeye devam ettik. Bir ara Wilco yanımızdan ayrıldı. sonra heyecanla gelerek bir yer keşfettiğini söyledi. Kapısında garip tabelaların olduğu tarihi bir bina çıktı karşımıza meğerse Tahtakale Hamamıymış. üstelik Mimarının Mimar Sinan olduğunu öğreniyoruz. içeride parti balonları satan toptancılar ve barbi bebek kutulayan bir atölye var. Ortada ise hamamın serinlik havuzu. 3 katlı koca bir kompleks ve şimdi hamam olarak kullanılamıyor olması trajikomik. Bu tezatlık ise bize ilginç kareler sunuyor Mimar Sinan'ın barbi bebekli hamamından.

Hamam çekiminin ardından mideler zil çalmaya başlıyor. Kayıhan Hoca Mercan Yokuşunda bulunan meşhur bir kokoreççiden bahsediyor. Sora sora mekanı buluyoruz. Zülfü Ustanın kokoreci kesinlikle usta işi. Kendime iki yarım yedikten sonra geliyorum. Yalnız değilim benimle beraber Wilco'da iki yarımı mideye indiriyor. Yağına kadar yüzde yüz kuzu ve tezgahta köz biberi ve domatesi söğüş ediliyor. Ardından da sacın üzerinde pişiriliyor. Kesinlikle tavsiye edilesi bir mekan. hemen sokağın karşısında sevimli bir çay bahçesinin masalarında ziyafet çekebiliyorsunuz. Yolunuz düşerse ve sakatatla aranız iyiyse kaçırmayın derim.

Kokoreç

Karnımızı doyurduktan sonra çekilen fotoğrafları baskıya götürüyoruz. Gün bir hayli bereketli geçmiş. Bu yüzden fotoğraf çekmeyi balık tutmaya benzetiyorum. Bazen deniz balıkçıya cömert davranıp kovasını doldururken bazen de eli boş döndürebiliyor. Bu sefer kovamız bir hayli dolu. Kayıhan Hoca fotoğrafta arka planın çekilen objenin tanımlanması açısından ne kadar önemli olduğundan bahsediyor. Yani bir portre çekiyorsanız onu arka planından bağımsız şekilde düşünmenin mümkün olmadığından dem vuruyor.

Kırmızı Koltuk

Hemen ardından Barthes'in "studium" ve "punctum" kavramları aklıma geliyor. Studium inceleme ve uygulama anlamına geliyor. Yani fotoğrafın gösterge bilimsel olarak okunmasını işaret ediyor. Fotoğrafın gösterdiği gerçeklik ve obje arasında kurulu ilişkiden yola çıkarak Yarattığı anlam ile ilgileniyor "studium". Bunun fotoğrafa bakan kişinin birikimi ile doğrudan ilişkisi var tabi ki. Bu yüzden fotoğrafı çekenin yaratmak istediği anlamdan ziyade izleyicinin yakaladığı ortak anlam belirleyicidir. Bizi o fotoğrafı beğenmeye veya nefret etmeye iten de bu yönelimdir.

Punctum aslında latince sivri uçlu bir nesne ile oluşturulmuş delik anlamına gelir. Fotoğraftaki imgeyi kişiselleştiren ve fotoğrafı izleyenin kalbine saplanan ok gibi saplanan kişisel etkilenmedir. Punctum detayda gizlidir. Bizi bir anda yakalayan o fotoğrafın tümünden bizi koparan detayda. Zaman geçtikten sonra da ortaya çıkabilir ve kesinlikle bilinçaltı ile ilgilidir. o Yüzden insanın kalbinde veya beyninde bir delik açabilecek kadar etkilidir.

Kayıhan Hoca'nın odası

Bu düşünceler içindeyken baskı makinesinden fotoğraflar çıkmaya başlıyor. Kağıt üzerine basılı fotoğraf görmeyi özlemişim ve ne ilginçtir ki kağıda basılı fotoğraflar artık nostaljik bir hava vermeye başladı . Şu an 1'ler ve 0'lardan oluşan bir platform kullanıyor olsam da bu dijital dünyada kağıda basılı fotoların romantizmine kapılmadan edemiyorum. Çünkü bunlar o sayılardan çok daha fazlasını ifade ediyor. Bu nostaljik hisler beni 11 sene öncesine okuldan yeni mezun olduğum günlere yeniden geri götürüyor. Legal özgürlüğümü ve tembellik hakkımı sonuna kadar kullandığım günlere. En büyük derdimin vize ve finallerin olduğu günlere...

127 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page